ürgüp
  ürgüp
 

ÜRGÜP’ÜN  TARİHÇESİ VE COĞRAFİK KONUMU

Kapadokya bölgesi, doğanın yazıp çizdiği ve bize bahşettiği büyülü bir masaldır. Doğa ve tarihin Dünyada en güzel bütünleştiği yerdir.

Coğrafik olaylar Peribacaları'nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da, bu peribacalarının içlerine konut oymuş, kilise oymuş ve fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık yaşlı medeniyetlerin izlerini taşımıştır günümüze. Bu akılalmaz kültür hazinesini kurtarabilmek, başkalarına kaptırmamak için Miletli Thales bile, Lidya Kralı'nın Pers istilalarına karşı koyabilmesi uğruna, Kızılırmağı (Halys) ikiye bölerek orduyu karşıya geçirmiş ve tarihteki ilk bilimsel hesaplarını gene buralarda gerçekleşmiştir. Kapodokya planetinin il ve ilçeleri, Kapodokya'nın şöhretinin günümüzde  artmış ve sınırlarından taşmış olmasından dolayı; Kapsadığı il ve ilçe isimleri bu genel tanımlamanın içerisinde kaybolmuştur.

Ürgüp,Avanos, Zelve, Göreme çevresinin tabii güzellikleri ve kültürel zenginlikleri yüzyıllar boyunca tarih yazarlarının ve seyyahlarının ilgisini çekmiştir. Kapadokya Persler döneminde "Katpatuka" adıyla anılmaya başlamış ve Katpatukka iyi at yetiştirilen bölge anlamına gelmiştir. Ancak kelimenin Hatti, Luvit, Hitit ve Asurlu olduğu tartışılması hala gündemdedir. Bu yüzden  at ve atçılıkla ilgili kaynaklar araştırılmış ve önemli veriler elde edilmiştir. Büyük Devlet zamanında da (M.Ö 1460-1190), Hititler at yetiştirmeye büyük bir ehemmiyet veriyorlardı. Bu maksat için Mitanni memleketinden uzman at yetiştiricileri getirttikleri ve onların tavsiyelerin tabletlere yazdırarak kuşaktan kuşağa intikalini sağladıklarını görüyoruz. Gerçekten de Boğazköy Devlet arşivi arasında Kikkuli isminde Mittani’li genç bir at yetiştirme uzmanı tarafından yazılmış bir eser ele geçmiştir. Xenophon M.Ö. 401'de Amasyalı Strabon M.S. 18 yıllarında, Nıssa'lı Gregoir M.S. 334-394'te ve gene Maçan'lı (Göremeli) genç bir bağcı (M.S 495-515) bize, yöre tarihi hakkında önemli yazılar bırakmışlardır.

Fransa Kraliyet Sarayı tarafından Akdeniz ülkelerine geziler yapmakla görevlendirilen Paul Lucas da bu ilginç bölgeyi seyahatnamesinde yakın dönem Avrupasına tanıtan ilk kişidir. Doğu ülkelerinde, incelemeler yapmak üzere Fransa Kralı XIV. Louis tarafından görevlendirilen Paul Lucas, 1705 yılının Ağustos ayında, Ankara'da Kayseri'ye giderken, Avanos ve Ürgüp çevresine geldiğinde hayretler içinde kalır. Bölgenin adeta bir masal ülkesini andıran jeolojik yapısı, özellikle içinde insanların yaşadığı ilginç kaya mekanları, kiliseler ve içlerinin renkli dünyası onu şaşkına çevirir.

Lucas, memleketine döndükten sonra, gezi notlarını iki ciltlik bir seyahatname halinde 1712'de Paris yayınlar, Kapodokya bölgesinde gördüklerini, biraz hayal gücünü de katarak oldukça abartılı bir anlatımla tasvir ederken: "...Kızılırmağın karşı kıyısındaki eski yapı kalıntılarını gördüğümde, inanılmaz bir şaşkınlığa düştüm. Bunlar çok sayıda hiç görülmemiş piramitlerdi. " Hepsinin içinde güzel bir kapısı, yukarı çıkmak için güzel bir merdiveni ve tüm odaların aydınlanmasını sağlamak için büyük pencereleri vardı. Tek bir kaya kütlesinin içine üstüste oyulmuş birçok daireden oluşuyorlardı.  Bunların sayısı iki ya da üç yüz değil, iki binden fazlaydı. İlk önce bu piramitlerin eski keşişlere ait konutlar olabileceğini düşündüm. Gördüğüm bu şekiller bana keşişlerin başlıklarını anımsattı. Fakat daha sonra başka değişik şekillerin de olduğunu farkettim." demektedir.

Bölgeden 1714 yılında ikinci geçişinde de bu peri bacalarını "yok olmuş antik bir şehrin mezarlığı" olarak nitelendirdi. Bunun üzerine Kral XIV. Louis'in sarayında büyük bir skandal patladı ve Paul Lucas'ın yalancılık hastalığına (mıthomanie) yakalandığına inanmaya başladılar, hatta bunun için İstanbul'daki Fransız Büyükelçisi Comte Desalleurs'tan bu yöreye gidip Paul Lucas'ın doğruyu söyleyip söylemediğini araştırmasını istedi. Mr.le Comte Desalleurs, olayın doğru olduğunu ve binlerce piramit şeklinde olgunun varolduğunu doğruladı. Seyahatname yayınlandığında Avrupa kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmıştı. Gravürlerde görülen Ürgüp ve çevresi, o günün Avrupası için oldukça uzak bir diyardır. Üstelik Lucas'ın yöre hakkında verdiği bilgiler, Kapadokya konusunda antik kaynaklarda geçenlere de uymamaktadır. Paul Lucas'ın bu fantastik tasviri Batıda büyük ilgi çekmiş ancak bazılarına inandırıcı gelmemiş ve şüphe ile karşılanmıştır. Alman yazar C.M. Wieland (1733-1814) eleştirilerini şu cümlelerle dile getirmiştir: "Herhangi eski bir yazarın kitabında veya seyahatnamesinde en ufak bir bahsine rastlamadığımız bu denli çok sayıda ev biçiminde oyulmuş piramidlerin varlığına inanmak bana imkansızlıkla eşdeğer geliyor ." demiştir

Ürgüp ve çevresi'nin daha gerçekçi tanıtımı ise bölgeye Lucas'tan yaklaşık 130 yıl sonra gelen Fransız seyyah Charles Texier'e aittir. Fransa Hükümeti tarafından Anadolu'da araştırmalar yapmakla görevlendirilen bu ünlü mimar, 1833 ve 1837 yıllarındaki seyahatleri sırasında Kapadokya bölgesini de ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Daha sonra Anadolu'daki gezi ve incelemelerinin sonuçlarını altı ciltlik "Description de I'Asie Mineure..." adlı anıtsal eserinde gravür ve planlarıyla birlikte yayınlarken "...Doğa, hiçbir zaman kendini bir yabancının gözlerine böylesine olağanüstü bir şekilde sergilememiştir. Dünyanın hiçbir bölgesinde böylesine sürekli ve daha düşsel bir tabii olay varolduğunu duymadım." demektedir.

Lucas'tan sonra bölgeye, Avrupalı seyyahlar 19. Yüzyılda daha çok bilimsel amaçlarla araştırmalar yapmaya gelmişler ve bu değişik jeolojik yapı karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir.

         İngiliz Seyyah W.F. Ainsworth, volkanik vadinin gerçek dışı görünümünü şöyle aktarır: "Nehir boyunca uzanan bir vadiden geçtikten sonra, kendimizi birden bire sonsuz bir karmaşa halinde çevreleyen koni ve sütun biçimli kayalardan oluşan bir ormanda bulduk. Çok eski ve büyük bir kentin harabelerini geziyor gibiydik. Bazı koniler üstte büyük ve şekilsiz kaya parçaları taşıyordu."

1837 yılı Temmuz'unda bölgeye gelen ünlü İngiliz jeologlarından W.J. Hamilton "Kelimeler bu olağanüstü yörenin görünümünü anlatmaya yetmemektedir" diyerek Texier'in görünüşüne katılmaktadır.

1838 Ekim'inde Prusyalı ünlü Feldmareşal Moltke, Kayseri'den Nevşehir'e giderken Ürgüp'e uğramış; "Dimdik ve mağaralarla garip bir şekilde oyuk oyuk olmuş bir kayalığın üzerindeki eski bir kale, kasabanın tepesinden bakıyordu. Ürgüp'ün evleri taştan, son derece zarif yapılmıştır... Ürgüp'ün arkasındaki yayla bağlarla örtülüdür ve derin vadilerle bölünmüştür. Bunların yamaçlarında eski duvar kağıtlarda görülen resimler gibi garip kaleler yükselir" diyerek yörenin karakteristik dokusuna dikkat çekmektedir.

Texier'in 1862'de yayınlanan "asie Mineure" adlı kitabında kaya kiliseleri ile ilgili bilgiler daha geniş bir şekilde yer alır. 1864'te ise İngiliz mimar R.P. Pullan ile birlikte yayınladığı Bizans mimarisi ile ilgili eserde Ürgüp ve çevresindeki kaya kiliseleri de ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır. İngiliz W.J. Hamilton ise; "Kelimeler bu olağan üstü yerin görüntüsünü tasvir etmeye yeterli değildir " cümlesi ile hayranlığı belirtir.

Bilimsel araştırmalar ve yayınlar 19.yüzyılın sonlarında başlamıştır. Kapadokya bölgesinin fiziki yapısının analizi ve tarihi kaynaklarının tanıtılması A.D. Mordtmann, W.M. Ramsey, J.R.S. Sterret ve Ch. Texier gibi bilim adamları tarafından gerçekleştirilmiştir. 1907-1912 yıllarında G. de Jerphanion'ın Kapadokya Kaya Kiliseleri adlı anıtsal eser; kaya kiliseleri, manastırlar ve içindeki duvar fresklerini sanat tarihi açısından sistematik şekilde ele alan ilk büyük çalışmadır. 1958'de Fransız Nicole Thierry ve Catherine Jolivet rahip Jerphanion'un incelenmesinde bulunmayan kiliseleri neşrederek Kapadokyanın bugünkü şöhretine erişmesine yardımcı olmuştur.

Bölgede İlk İnsan İzleri
Bölgede paleolitik izlere rastlanmakla birlikte bu tür kültürlerin tarihleri çok uzağa gitmemekte, belki son paleolitik dönemi temsil etmektedirler. Her halûkarda günümüze dek ele geçen veriler bu yöndedir. Bunun sebebi olarak da 'Würm' Buzulunun Anadolu platosunda uzun süre kalmış olması ve bilhassa volkan patlamalarının insan yerleşimlerine müsaade etmemiş olduğunu varsaymamız
gerekmektedir. Ancak tüm bu kanıt eksikliğine rağmen Kapadokya bölgesinin nehir kıyılarının ve tatlı su kaynaklarının bol olduğu vadiler, ilk insan oturumlarına çok müsait doğal yaşam kaynakları sunmuş oldukları açıktır. Çoğu kez metal kullanımına bile gerek duymadan (zira daha sert bir taşla; örneğin obsidienle) kolaylıkla oyulabilen tüf kayaların insanlara sıcak konut teşkil etmiş olduklarını düşünmek de yanlış olmayacaktır. Vadi kenarlarındaki yüksek kaya mekanların da korunmaya müsait olduğu açıktır. Biliyoruz ki yüz binlerce yıl insan toplulukları meyve toplayıcılığı, av ve balık avcılığı yaparak varlıklarını sürdürmüşler ve suya olan hayati bağımlılıklarından dolayı da nehir kenarlarına yerleşmişlerdir. Bu bağlamda Kızılırmak bu tarihi görevini kuşkusuz sessizce yerine getirmiştir. Ancak bunları kanıtlayacak izlere rastlanmaması Kapodokya'nın yaşayan doğasının sonucu; zaman süreci içinde bu izlerin bir sonra gelenler tarafından genişletilip tekrar oturuma sahne olmasıyla silinmekte, yok olmaktadır. Bu nedenle Kapodokya kaya mekanları tarihlendirmek çok zor hatta bazen imkansız olmaktadır.

Gelveri yakınında Kıta Avrupası kültürleri ile de bağlantılı bir prehistorik olduğu kadar Hitit döneminden de bölgede önemli yerleşimler ve eserlerin yanı sıra, Ürgüp'ün 8 km. güneydoğusunda Avla Tepesinde İngiliz arkeologları paleolotik ve neolatik döneme ait taş aletler bulmuşlardır. Aynı şekilde Ankara İngiliz Arkeolojisi Enstitüsü'nün 1964-1966 yılları arasında yaptığı prehistorik araştırmalar ortaya oldukça ilginç bulgular çıkartmıştır. Ian Todd başkanlığında gerçekleştirilen bu yüzey araştırmaları sonucu, çoğu Nevşehir, Niğde, yöresinde olmak üzere Neolotik Dönem'den başlayan bir çok yerleşm yeri saptanmıştır. Nevşehir il sınırları içinde kalan İğdeli Çeşme, Acıgöl, Tatlarin kasabasında çok büyük bir Neolitik çağ yerleşimi bunlardan bazılarıdır. Aksaray'ın 18 km. kuzey batısında Tuz Gölüne (Tatta) yakın Yeşilova'da yapılan Acemhöyük kazıları oldukça ilginçtir. Yapıdaki buluntuları IV.yy.sonu-VII.yy. ortasına ilişkindir. Bizans yapılarının altında, düzenli dizilmiş evlerden oluşan bir yerleşme ortaya çıkarılmıştır. Buluntulardan, burasının tarımla uğraşan savunmasız bir yerleşme olduğu anlaşılmaktadır. Bizans yerleşmesinden sonraki katın (III.kat) roma Dönemi'nden olması gerekirken, Helenistik özellik taşıyan keramikler ve M.Ö.I. yy. ile M.S. I. yy arasına tarihlenebilir. Bunun altındaki yaklaşık dört metrelik bir kültür katı da yine Helenistik dönem'e ilişkindir. Dört mimari kattan oluşan bu yerleşmelerin hemen tümünde yangın, deprem izleri görülmektedir. IV. kat yerleşmesi şiddetli yangınla son bulmuştur. V. katta ise üstlerine gelen bir şeyden korunmaya çalışan, kıvrılmış iki yaşlı insan bedeni korkunç bir depremi çok açık olarak anlatmaktadır. Yangınla yıkılmış VII. katta da iki genç insanın kıvrılmış vücutları bulunmuştur. VIII. kattan sonra megaron planlı evler görülmeye başlar. XVI. katta dolma set üstüne oturan kerpiçten sur duvarı ortaya çıkarılmıştır. M.Ö. 600-500'e tarihlenen XVII. katta , geometrik motifli, parlak al seramikler bulunmuştur. XIX.-XXIV. katlar arasında Hitit ve İlk Bronz Çağ kültür kalıntıları vardır. XIX. XX, XXII. katlarda basit teknikle yapılmış sur kalıntıları, Hitit geleneğinden kaplar bulunmuştur. M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanan kalkolitik ve erken Bronz Çağı kalıntıları düzenli bir şekilde saptanmıştır. 1968 yılında Hacı Bektaş höyüğü (Sulucakarahöyük) bölgede eski Hitit'ten başlayarak Orta Hitit, Frig, Roma, Geç Roma ve Bizans izleri vermesi Topaklı Höyükte İtalyanlar'ın 1967'de başlattığı kazılarda İlk Bronz Çağ'dan Bizans Dönemi'ne uzanan 24 mimari kat ortaya çıkarılmış olması, Kapadokya yöresinin çok eski bir oturum yeri olduğunu kanıtlamaktadır.

Yerleşik hayata geçişten itibaren, yerleşim birimleri arasında, temel ihtiyaçların karşılanması için ticaret ve benzeri ilişkiler doğmuş ve ihtiyaç duyulan temel maddelere sahip olan ve üreten birimler her devirde önemli merkezler haline gelmiştir. Eski Bronz Çağı (M.Ö.3200-1950) sonlarında, Asurlu tüccarlar Kızılırmak yayı içindeki bölgeye "Hatti Ülkesi" derlerdi. Kuzey Mezopotamya'daki Asur şehri tüccarları İç Anadolu'da geniş ve etkili bir ticaret ağı kurmuşlardır. (M.Ö. 1950-1750) Bu ticaret ağının merkezi Kayseri yakınındaki Kültepe-Kaneş'dir. Bıraktıkları onbinlerce pişmiş topraktan ticaret mektuplarında dokuz büyük ticaret merkezinin ve yüzlerce küçük şehrin isimleri görülür. Bunların arasında Nenessa'yı da görmekteyiz. Bunun yanında Aksaray'dan Kayseri'ye giden doğal ana yollardan birisi Kızılırmak kenarıdır. Hititler zamanında iskân gördüğüne dair bilgiler vardır. J.C. Gardin ve P.Garelli; M.Ö.19. yüzyılın başlarına ait, Asurlular'ın ticaret yollarını incelerken, ticari sınırların İncesu, Aksaray, Konya, Bor, Niğde ve Ereğli bölgelerine kadar uzandığını tesbit ettiklerinde, Nenessa ve Waşhania'nın bu bölgenin sınırları içinde olduğunu gördüler. Ayrıca tabletler, iki Asurlu tüccarın Kaneş'ten (Kayseri-Kültepe) Buruşhattum'a (Acemhöyük) dört günde gitmek için sürekli Waşhania, Nenessa ve Ullama'da geçtiklerini yazmaktadır. 1926'da da dilbilimcisi Emile Forrer, Boğazköy Hitit Kraliyet Arşivleri'nde yaptığı araştırmalar sırasında bir tablette Zu-Winassa şehrinin adını okudu. Zu-Winassa Hitit, Nenessa Asur dilinde aynı şehri işaret ediyor olmalıydı. Nenessa, (veya Nıssa'lı Gregoir'in bahsettiği St. Vanot) N.Therry'nin çalışmalarına göre Venessa ismi  Avanos'a dönüşmüştür. Osmanlı belgelerinde Avanos, "Enes, Uvenez, Evenez" olarak geçer.

M.Ö. 2000 yıllarında orta Anadolu'da şehir devletlerini görmekteyiz. Bu devirde Hititler Orta Anadolu'ya yani Hatti ülkesine gelerek M.Ö. 1750 yıllarında hakimiyet kurmuşlardır. M.Ö. 1200 yıllarında Trakya'dan gelen kavimler ve Akdeniz-Ege kavimleri Homeros'un destanlarına konu olan Troia'ye ezerek Hitit İmparatorluğu da yıkmışlardır. Anadolu bu istilalarla 400 yıllık karanlık devre gömülmüş ve bölgeye Frigler sahip olmuştur.

M.Ö. 800 yıllarında Hitit Tabal krallığının tekrar bölgede görüldüğüne tanık olmaktayız. Tabal krallığı at yetiştiriciliği ile şöhret kazanmış ve M.Ö. 700 yıllarında ortadan kaldırılmıştır. Bu krallığın merkezi Bor civarındaki Tuvanna (Tıana-Kemerhisar)dır. Kappadokia bölgesinin ilk halkları Hattiler, Luviler ve Hititler'di. Bu bölgede I.Ö.III. bin yıl sonuyla ikinci bin yıl başlarında Asurlular ticaret kolonileri kurmuşlardı (Asur ticaret kolonileri çağı). Kültepe'de (Kaneş) bulunan ve "Kappadokia tabletleri" diye adlandırılan Asurca çivi yazılı tabletler (I.Ö. ikinci bin yıl başı) Anadolu'nun ilk yazılı belgeleridir. Tabletler üzerinde yapılan çalışmalar ve yazının okunması, bunların Asurlu tüccarlara ait olduğunu ortaya koydu. Dönemin toplumsal ve siyasal yaşamına ışık tutan bu tabletler aslında ticari ve ekonomik sözleşmelerdi. Bu belgelere göre bu dönemde Orta Anadolu'da, merkezi bir yetkiye bağlı olmayan, küçük yerel krallıklar, beylikler vardı. Bunlar genellikle küçük bir bölgeyi ellerinde tutuyor ve barış içinde yaşıyorlardı.

Dönemin en önemli kenti olan Kaneş (Kültepe), Anadolu'daki ticaret etkinliğinin merkeziydi. M.Ö. IX, yüzyılın ikinci yarısında çok genişleyen Tabal Krallığı bölgeyi tamamen ellerine geçirmişlerdir. Hacıbektaş-Karaburna, Topada (Acıgöl), Gülşehir-Sıvasa (Gökçetoprak) da çıkan hiyeroglif kaya yazıtları bunu göstermektedir. Hitit İmparatorluğu'nun çekirdeğini oluşturan bölge daha sonra Phrıgialilar'ın, Persler'in egemenlik alanına girdi. Bundan sonra bölge Kimmerlerin, İskitlerin istilasına uğramış, M.Ö.700 yılından hemen sonra Lidya, Med ve Pers imparatorluklarının egemenliğine girmiştir. VI. yüzyıldan itibaren Nevşehir ve yöresinin Lidyalıların egemenliğine girdiğini görüyoruz. VI. yüzyılın ortalarında Lidya kralı Cresus, Pers ataklarını durdurmak için

         Kızılırmağı geçer. (M.Ö. 575-546) Cresus'a ırmağı aşmanın çaresini Miletoslu Thales göstermiştir. Tarihçi Heredot bunu şöyle anlatıyor; "O sırada onun konak yerinde bulunan Thales, derin bir hendek kazdırttı, konak yerinin üst yönüne doğru ve yarım ay biçiminde; öyle ki eski yatağından sapan ırmak konak yerinin ters yönünden giriyor ve çevresini dolandıktan sonra gene ilk yatağına dönüyordu; ve böylece ikiye bölünmüş olan ırmağı aşmak daha kolay olmuştu." Bu savaşta Creus'un yenilmesiyle yöre Perslerin (Ahamenid) eline geçer. Persler, halkı göçe zorlamadılar. Ancak, büyük toprakların yönetimini Pers kökenli asker-soylulara, halkın yerel dinsel önderlerine bıraktılar. Buralarda yerel kültür Pers kültürü kaynaştı; Heradot Perslerin kültürel yapısını ise şöyle anlatır; "tanrı heykeli, tapınak, sunak gibi şeyleri yapmayı bilmezler; kurbanları dağ başlarında keserler ve Zeus dedikleri de tanrısal gök kubbedir. Güneşe, aya, toprağa, ateşe, suya ve rüzgara da kurban adarlar". Persler'in ateş kültü özellikle Kappadokia bölgesinde önem kazandı, volkanik Argaios (Erciyes) dağı, bu kült için çok uygundu. Pers tanrılarının, diğer dinlerin tanrıları gibi; tam manada tapınakları yoktu. Buna karşın kutsal alanları vardı; bölgeye serpilmiş bir halde bulunan kutsal alanlar, çok sayıda ateşgede tekkelerine bağlı bulunuyorlardı. Yunan müellifleri bu kutsal alanlara Pırhethee ve rahiplere de Pıree yani ateş yakıcı demişlerdir. Zend dilinde bu rahiplere Atharvan yani ateş rahibi deniliyordu. Ateşgedeler, kutsal alan dahilinde yüksekçe bir yerde, içinde hiç sönmeden ateş yanan kül ile kapalı bir taş kovuktan ibaretti. Arkalarına uzun beyaz roplar, başlarına uçları dudaklara kadar uzayan yün külahlar giyen Atarvan (mugrahip)lar her gün ellerinde bir deste çalı olduğu halde kutsal alana girer ve ateşgedenin dibinde bir saat kadar ilahi okurlardı. Bazan kurban olarak içkiler sunar, yahut hayvan keserlerdi. Kurban takdim eden, bu iş için tahtadan bir balyoz (billot) kullanırdılar: "Demir istimali şiddetli memû idi..." Pers dilinin Kapadokya'daki kutsal alanlarından en önemlisi Zela (Zile)de idi. Starbon Zela kutsal alanının, adlarını Anaitis,Omanos ve Anadates diye kaydettiği popüler üç tanrıya hasredilmiş olduğunu Ord. Prof. Günaltay, özellikle belirtir. Perslerin ateşe tapma inançları Kapadokyalılar tarafından kolaylıkla kabul gördü. Bilhassa Persler inanç kavramlarını destekleyen kusursuz bir coğrafyayla karşılaştılar. Ateş ve volkanlarla kaplı bu bölge inançları için ideal bir manzara oluşturuyordu. Bu bağlamda tarihçiler M.S.IV. yüzyıllara dek uzanan ateş tanrısına adanmış mabedlerin varlığını açığa çıkarmışlardır..

Persler zamanında bölgeye "Kapadokya" denilmeye başlanmış ve burada Kapadokya Satraplığı (eyaleti) tesis edilmiştir. Pers döneminde Kapadokyada hayvancılığın çok gelişkin olduğunu ve yıllık 360 talent vergi olarak Perslerin 1.500 at, 2.000 katır, 50.000 koyun aldıklarını bilmekteyiz. Kıyılardaki ticaret ve para ekonomisine karşın, iç kesimlerde kapalı bir kara ticareti egemen oldu. Ekonomik olanakları sınırlı kalan Pers devleti, gücünü giderek yitirdi. Ord. Prof Günaltay'a göre; "İran fethi esnasında, münbit topraklar ordu ileri gelenlerine verilmiş; köylüler toprağa bağlı köle durumuna düşürülmüşlerdi. Pers asilzadeleri, debdebeleri, av eğlenceleri, safahat hayatları yüzünden servetlerini kaybedince köylülerini Yunanlı veya Romalı esircilere satarlardı. Yalnız tapınakların köle (serf)leri alınıp satılamazlardı. Bu olaylar, pek eski zamanlarda yani Kültepe tabletleri devrinde Mezopotamya'dan gelmiş olan medeniyetin bu yüzden tamamiyle ortadan kalkmış olduğunu pek güzel anlatmaktadır. Bu gibi sosyal facialar yüzünden Kapadokyalılar milli geleneklerini unutmuş, buna karşı İyonıa medeniyetini de temessül edememişlerdi."

Makedonya kralı genç İskender, M.Ö 334 ve 331'de Pers ordularını ard arda bozguna uğratarak büyük imparatorluğu çökerttikten sonra oluşan huzurlu ortam Makedonyalı Büyük İskender'in (M.Ö. 333-323) doğu seferi ile son bulur ve bu huzursuzluk İskenderin generalleri ve onların mirasçılarının sürekli savaşları ile devam eder.. Kapadokya M.S.17'de Roma'nın Asya'daki bir vilayeti olduktan sonra.,savaşlar yüzünden devamlı yoksullaşır ve Roma İmparatoru Tiberius, Kapadokya'nın içine düştüğü yoksulluk karşısında, bölgeden alınan ağır vergilerin hafifletilmesini buyurmak zorunda kalır. Ertesi yıllarda da  Kapodakya ya bir Roma valisi (legat) atandır.

Gerek  Romalılar gerekse  ondan sonra gelenler (Bizanslılar) bölgeyi kendi kültürlerine asimile etmek ve açık ticaret yollarını kontrol ederek bu geniş Kapadokya bölgesindeki insan potansiyelini kullanmak düşüncesinde olmuşlardır. Ürgüp ün bu dönemde de  önemli bir dini merkez olduğunu, köy, kasaba ve vadilerindeki kaya kiliselerin ve manastırların piskoposluk merkezi  olduğunu Ürgüp ve civarındaki ilk yerleşim yeri olarak kabul edilen ve antik adı Tomissos olan damsa çayı doğusundaki avla dağı etekleri ve Ürgüp kasaba ve köylerinde bulunan roma dönemine ait kaya mezarlıklardan yola çıkarak Anlamaktayız..

Tarihsel süreç içerisinde çok sayıda isme sahip olan Ürgüp. Bizans Döneminde Osiana (Assiana), Hagios, Prokopios - Selçuklular Dönemi'nde Başhisar; Osmanlılar zamanında Burgut Kalesi; Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de Ürgüp adıyla anılmıştır

11. yüzyılda , Selçukluların önemli kentleri Konya'ya ve Niğde'ye giden yolların üzerinde önemli bir kale konumunda olan ürgüpte, Bu döneme ait iki yapı Altıkapılı ve Temenni Tepesi Türbesi Kentin merkezinde dikkat çekmektedir. Bir anne ve iki kızına ait olan ve 13. yüzyılda yaptırılan 'Altı Kapılı Türbe', altı cepheli, her cephesinde kemerli pencereli ve üstü açıktır. Ürgüp'ün Temenni Tepesi'nde bulunan iki türbeden birinin, 1268 yılında Vecihi Paşa tarafından yaptırılan ve halk arasında 'Kılıçarslan Türbesi' olarak da anılan Selçuklu Sultanı IV. Rüknettin Kılıçarslan'a, diğerinin ise III. Alaaddin Keykubat'a ait olabileceği düşünülmektedir. Ancak araştırmacılara göre bu olasılıklar oldukça zayıftır. 1515 yılında Osmanlı topraklarına katılan Ürgüp, 18. yüzyılda Osmanlı Sadrazamı Damat İbrahim Paşa'nın kadılık makamını doğduğu kent olan Nevşehir'e (Muşkara) taşıması nedeniyle ilk kez ikinci planda kalır. Şemsettin Sami 1888-1900 yıllarında yazdığı Kamus-ül Alam adlı tarih ve coğrafya ile ilgili eserinde Ürgüp'te 70 cami, 5 kilise ve 11 kütüphane olduğunu belirtmektedir..

         Ürgüp haritada Türkiye’nin tam ortasıdır. Aynı zamanda Batı- Doğu ekseni üzerinde ipek yolu olarak adlandırılan ticaret yolunun üzerinde bulunur.
 Avrupa’yı Istanbul’dan geçerek ortadoğu ya , bu anlamda özellikle Hıristiyanlığın kutsal topraklarına örneğin Kudüs’e bağlayan hac yolunun tam üzerindedir.
Ürgüp yaklaşık bin metre yüksekliğindeki dingin Anadolu platosunda yaklaşık 1200 metre yüksekliğinde karşımıza çıkar.
Kapadokya’dan Mezopotamya Bölgesi’nin batı girişi olan Gaziantep ‘e arabayla yalnızca 5 saatte gidilir.
Yine Mezopotamya’nın bir diğer kapısı olan Adıyaman- Nemrut Dağı’na yaklaşık 5-6 saat sürer.
Hıristiyanlığın doğduğu topraklardan biri olan Antakya- tarihi adıyla Antioch ad Orontes yani Asi Irmağı üzerindeki Antakya – yalnızca 4 saat uzaklıktadır.
Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattusa’ya yaklaşık 3 saatte ulaşılır.
Bir Inanç biçimi ve felsefesi olan Mevleviliğin doğum yeri ve aynı zamanda da yakınında Dünyanın en eski şehri olan Çatalhöyük’ün harabelerini bulunduran Konya’ya da yine yalnızca 3 saatte ulaşılır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun başlıca kuruluş felsefesini oluşturan ve tüm Osmanlı Sultanları nın hatta Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün derinden etkilendiği , Anadolu Müslümanlığı’nın kurucusu   ve demokratik yönetim biçiminin mimarı kabul edilen 13.yüzyılda yaşamış Hacı Bektaş-ı Veli ‘nin kendisiyle aynı adı taşıyan ve türbesinin bulunduğu kasabası Ürgüp’den yalnızca yarım saat uzaklıktadır.
Türkiye’nin başkenti Ankara’dan Ürgüp’e yalnızca 3.5 saatlik bir otomobil yolculuğu gerekir

 

1322 senesinde Konya Salnamesinde kaleme alınan Ürgüp’ü tarif eden bölümler.

 

“Ürgüp Kazası şimalen ve sargan Ankara Vilayeti, cenuben Nevşehir ve garben Arabusun Kazaları ile hem hudut ve 28 Garyeyi (Köy) muhtevidir. Kazanın her tarafı hoş manzaralı ve letafet suyu ve havası güzeldir. Ekseri arazisi dalgalı olduğundan buğday, arpa ve hububattan ibaret olan mağsulatı arazisi cüzidir. Meyve ve sebzenin biladi sahiliyeye (deniz sahili) mahsus olanlardan maada her çeşidi vardır.

 

Ahvali tabiyeyi vilayet sırasında zikir olduğu üzere Hacıbektaş taşı tesmiye olunan yeşil ve beyaz renkli ve damarlı mermer taşı madeni bu kaza dahilinde olup mahallinde bu taştan her şekilde su kovası, lamba, ve yazı ve sigara takımları masaüstü şamdan, kase ve diğer bazı şeyler imal ve her tarafta feruhte olunur. (dağtılır)

 

Kazaya bir saat mesafede Sarıhan dimekle meşhur asari atiganden (antika) kargir ve metin ve gayet cesim ve halihazırı oldukça mamur bir derecede beyyuti adudei havi bir han mevcut ise de banisi (yaptıranı) ve tarihi inşası malum değildir.

 

Ürgüp kasabası Niğde’nin 80 km şimali şargisinde ve Kızılırmak’ın 10 km kadar cenubinde ve ırmağı mensup olan bir çayın kenarındadır. (Damsa Çayı) 32-35 turi şargi ve 38-45 garbi şimalide vakidir. Nami kadiminin (eski ismi) puragubilis olduğu mervidir. Taşlık bir cebelin sathı manendinden metni olup şehre müşerref bir halde bulunan kayalardan (Temenni) bir ………………………. Tesiratı tabiyeye ile adları oyulmuş ve zemine olan irtibatı zayil olmuş olduğundan bunlar zencirlerle diğer sabit kayalara merbuttur. (bağlıdır) mamafih gerek merkezde ve gerek bazı mülgahatında (yakınlarında) bazen taş subutiyle iga hasar ettiği (yıkıldığı) görülür. Ürgüp ab ve havası latif bağ ve bahçesi ve meyahı cariyesi (Akarsuları) kesir (çok) ve hoş manzar bir kasabadır.

 

Tokalıoğlu denilen kayısısı meşhurdur. Pek lezzetli ve rayihalı olan bu kayısının kurutulmuş olarak okkası 8-10 kuruşa ve bazen daha ziyade satılır. Epeyce ihracat vuku bulur. Kompostası ve hoşafı gayet nefis olur.

 

Kasaba 435 dükkan, 11 han, 19 kahvehane, 2 hamam, 3 gazino, 22 cami ve mescidi şerif, 7 medrese, 2 kilise, 461 cild kütübimevzuaya havi iki kütüphane ve 2470 haneden müteşekkil olup mücekdide inşa olunan bir hükümet dairesi ile maat teferruat bir depoyu humayun bir telgrafhane, bir daireyi belediye, bir rüştiye mektebi ünas ve zukure (kız, erkek) ve İslam ve hristiyan ilfailene (çocuklarına) mahsus müteaddid ibtidai mektebi ve adii değirmenlerden maada su ile müteharrik bir dagik (değirmen) fabrikası vardır. Şurba (içilmeye) mahsus suları sadri isbak damat İbrahim paşanın eseri Hayri olarak üç saatlik mesafede kısmen kaya harfi ve kısmen küng ferşi sureti ile ele alınıp 10 çeşmeden cari ve gayet leziz ve safidir. Kasabası 300 kadar mensucat testi-gahı (halı tezgahı) mevcut olup bunlardan güzel halı ve seccade ve oda döşemelikleri imal ve ihraç olunmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

Niğde sancağı Ürgüp Kazasındaki memurları;

1322 senesi     Kaymakam     : Mehmet Tahir Efendi,

                        Naip                : Rasim Efendi,

                        Müftü               : Ali Rıza Efendi,

                        Malmüdürü     : Süleyman Efendi

                        Tahrirat katibi : Mehmet Bahri Efendi,

                        Meclis İdarei kaza reis : Kaymakam Efendi,

                        Azai tabiye      : Naip Efendi, Müftü Efendi, Malmüdürü Efendi, Tahrirat

   Katibi Efendi

Yedek Azalark : Hacı Bekir Efendi, Hacı Ali Efendi, Yuvaki Tudiraki

                                                                                      Rumlardan

 

 

            Mahkemeyi bidayet : Reis Naip Efendi, Aza Ahmet Bey, Orhan Efendi, Başkatip Mustafa Sıtkı Efendi, Savcı Muavini Mehmet Nuri Efendi. İkam memuru Husiyen Hüsnü Efendi. Mugavelat Memuru : Mehmet Sadi Efendi.

 

            Malmüdürü Süleyman Efendi. Muavini Mehmet Şevket Efendi. Mal Rafigi Mustafa Salim Efendi. Sandık Emini Hasan Efendi.

 

            Nüfus idaresi : Nüfus memuru Ali Rıza Efendi. Katip Mehmet Efendi. Bazı Mehmurei: Telgraf ve posta memuru İbrahim Efendi. Tapu katibi Ethem Efendi. Deyyuni Umumiyye memuru Abdulkadir Efendi. Yoklama katibi Ahmet Efendi. Zabıta Memuru Mülazım Halil Efendi. Mektebi rüştüye muallimi Mustafa Rasim Efendi. Vakıf Vekili Nasan Efendi. Mahkemeyi Şerriye katibi Mehmet Efendi. Reji memuru Yuvaki Efendi. Orman ondalık memuru Mustafa Efendi.

 

            Daireyi Belediye: Reis Ömer Sami Efendi. Aza Ahmet Efendi, Hacı Musa Ağa, Recep Efendi, Mihalaki Efendi. Katip Ali Efendi. Kolcu adedi üç.

 

            Ziraat Banka Şubesi: Aza Ahmet Efendi, Kasım Efendi, Recep Ağa, Ebüstülaki Efendi. Muhasebe Katibi Mashar Efendi.

 

            Maarif Komisyonu:  Reisevvel Kaymakam Efendi, Reisi Sani (ikinci) Mustafa Rasim Efendi. Aza Ömer Sami Efendi, Ali Efendi, Ali Rıza Efendi. Katip ve sandık emini Hasan Hüseyin Efendi.

 

            Ziraat ve Ticaret Odası: Reis Ahmet Bey. Aza Ahmet Efendi, Kasım Efendi, Recep Ağa, Ebüstülaki Efendi.

 

            Ürgüp Kazasının Emkanı MevcudesiB Dariyi Hükümet bir, Depoyu Humayun bir, Daireyi Belediye bir, Telgrafhane bir, Dükkan 435, Han 11, Kahvehane 22, Hamam 2, Cami  ve Mescit 22, Medrese 7, Kütüphane 2, Kilise 2, Mektebi Rüştiye 1, Mektep 14, Dagik Fabrikası 1, Değirmen 9, Halı  Destigahı 300.

 

            Ürgüp Kazasının Nüfusu Umumisi İslam: Kadın 10730, Erkek 11103 Toplam 21833. Rum : Kadın 2293, Erkek 2436 Toplam 4729. Ermeni: 9 Kadın,17 Erkek Toplam 26. Protestan : 56 Kadın, 54 Erkek Toplam 110. Yekun:13088 Kadın, 13610 Erkek Toplam 26698.

 

            Ürgüp Kazasında Radif 14. Alayın 2. Ürgüp Taburu vardır. Ürgüp Kazası’nın  Hayvanatı ehliyesi İnek, Öküz, Manda, At, Kırsak, Esder, Merkep, Koyun, Keçi ve Tiftik Toplam 26109.

 
 
  Bugün 11 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol